8 Temmuz 2015 Çarşamba

TERMINATOR: GENISYS



Çok ön yargılı gitmiştim filme. Özellikle yaşlı terminator olur mu, Emilia Clark acaba Sarah Connor olabilir mi diye düşünüyordum. Ayrıca hikaye artık sündürüldüğü için açıkçası etkisini de yitirmiş idi ve ne anlatabilecekleri konusunda da kafamda soru işaretleri vardı. 

Ancak film beklediğimin çok çok üzerinde olmuş. Biraz daha büyük bir prodüksiyon olsaymış sanırım çok daha iyi bir olabilirmiş hatta. Ancak bir kaç sene içinde film haklarının Cameron 'a geri dönecek olmasının da etkisi ile, aceleye gelmiş görünmesine rağmen, şu haliyle bile işi kotarıyor. 

Filmin aksayan bazı yönleri var. Emilia Clark kesinlikle Sarah Connor için uygun değil bence. Oyuncu kadrosunda kesinlikle problem var hatta. Jai Courtney ve Emilia Clark çok sempatik kalmışlar bu film için. Hadi Jai Courtney, Kyle Reese olduğu için kabul edilebilir ve es geçilebilir ama Sarah Connor, sinemanın Ripley ile birlikte gördüğü en sağlam kadın karakter ve o bebek suratlı Clark kesinlikle ama kesinlikle bu iş için doğru seçim değil. Nerede o ikinci filmde Arnold 'dan bile sert görünen Linda Hamilton, nerede Emilia Clark... Filmi alıp neredeyse romantik komedi noktasına koyacak, Jai Courtney ile arasındaki pozitif elektrik. Filmin atmosferini ister istemez etkiliyor bu uyum ve temiz yüzlülük. Kaldı ki, filmde zaten ne birinci filmde yer alan kara film havası, ne de ikinci filmdeki postapokaliptik hava var. O kimsenin beğenmediği Terminator Salvation atmosfer olarak daha karanlık bir film hatta. 

Birde Arnold 'un misyonu... Saçlarına ak düşmüş terminator olur mu diyordum, bir şekilde kitabına uydurulmuş ama Sarah Connor ile arasındaki ilişkiye çok fazla anlam yüklenmiş ve bu bir gerilim yaratmadığı için ikinci filmdeki gibi ( John - Arnold arasındaki ilişkide olduğu gibi iyi anlamda bir gerilim ) filme de iyi yönde katkısı yok ve tekrar ediyorum filmi romantik komedi havasına sokuyor neredeyse. Arnold üzerinden yapılan ikinci filme göndermeler başarılı ancak çok fazla tekrar ediliyor ve bu nedenle filmin ciddiyetini de düşürüyor. Aslında sadece bu kullanılsaydı gene kabul edilebilir olurdu ama, dediğim gibi oyuncu seçimlerinde yapılan hata filmi çok pozitif bir havaya sokmuş ve tüm bunların üstüne bir de Arnold 'un mimik göndermeleri eklenince insan ne oluyoruz diyor. Genede bu filmin de yıldızı kesinlikle Arnold, varlığı ve yaşlılığı filme basamak atlattırmış, yaşlılığı gerçekten iyi kullanılmış. 

İkinci filmi, kendisi gibi efsane kılan adamlardan biriside Robert Patrick idi, bu filmde de t1000 için neredeyse aynı mimiklere sahip Byung-hun Lee var o rolde. Fragmanlarda antipatik bulmuştum bu benzerliği ama Byung-hun Lee daha çok görünseydi filmde belki bu manasız pembe tablo havasını dağıtabilirdi filmdeki. 

Gelelim John Connor 'a. Terminator 3: Rise of the Machines 'da Nick Stahl yüzünden yerle bir olan John Connor efsanesi, bir önceki filmde az buçuk toparlanmaya çalışılmıştı Christian Bale ile. Bana kalırsa bu filmde Jason Clarke 'ın, özellikle de filmin ikinci yarısından sonra ortaya koyduğu John Connor portresi, kesinlikle Bale 'den daha fazla hatırlanacak. Evet, Edward Furlong 'un ikinci filmde ortaya koyduğu iş kesinlikle efsane ama bu filmde de ortaya konan iş hiç fena değil. Tek saçmalık, senaryoda yer yer karşımıza çıkan klişe diyaloglar, ki filmin başında John ve Kyle 'ın yaptığı bir muhabbet var ki karşılıklı " dünyayı kurtarınca planın ne? " temalı, kafamı vurmak geldi önümdeki koltuğa. Bu kadar boş, klişe ve anlamsız bir muhabbetin bu filmde işi ne diye düşündüm o an, sonra anladım ki bu romantizm filmin geneline hakim. İşte bu tam da filmin aksadığı nokta. Ne yazık ki bu filmde yer alan diyaloglar, ikinci filmde Linda Hamilton 'un patlama sahnesinde yaptığı monoloğun yüzde biri kadar bile etkili değil. İstisnayı bozan ise ikinci yarıda arada zaman kavramını sorgulamamızı sağlayan John oluyor birazcık... 

Filmin önemli bir detayı, bilim kurgu ile ilişkisi. Zaman - paralel evren kavramları ile oldukça iyi harmanlanmış işler ve bu sizi filme bağlıyor, dikkatinizi ayakta tutuyorsunuz sürekli olayların gelişimini zaman yolculuğu ile birleştirmeye çalıştığınızda. O noktada kesinlikle iyi bir iş ortaya konmuş. Fizik - mantık hiç karıştırmıyorum, bu tip mevzularda "lan bu çok mantıksız" diye düşünmem pek izlerken, filmin kendi mantığı çerçevesinde anlamaya çalışırım tüm olayı; ve büyük resmi, filmin söyledikleri etrafında mantıksız bulursam dile getiririm sadece "mantıksız" söylemini . Ama tekrar etmem gerekirse, film bu zaman yolculuğu kavramı üzerinde gittiği için sürekli, işin bilim - kurgu tarafında eksik kalan bir nokta yok pek. 

Bu arada eski Doctor Who Matt Smith ve oscar 'lı J.K. Simmons 'da filmin bonusları. Özellikle J.J. Simmons 'un, Dr. Silberman tavrı / izi hoş bir geri dönüş olmuş. 

Ancak: 
En önemlisi tabi ki yaratılmaya çalışılan - yaratılması gereken postapokaliptik gelecek kurgusu. Film bu noktada sıçmış durumda. Elbet bunu ikinci filmle karşılaştırarak söylüyorum. İki film arasında yer alan atmosfer farkı ve gelecek tasviri arasında büyük bir fark var. İkinci filmde alt metinlerden aldığınız o karanlık gelecek algısı bu filmde bir türlü verilemiyor. O yüzden de kafada hep " skynet olsa ne olmasa ne " anlayışı hakim oluyor. Film, gelecek tasvirini pek Terminator 2: Judgment Day tarzı değilde, The Day After Tomorrow tarzı koyuyor ortaya. Evet filmin başında size sunulan bazı sahneler var kafanızda bir şeyler oluşması için, ama bunlar pek ikonik değil ve kafanızda pek yer etmiyor. Şöyle demeliyim belki de, San Francisco köprüsü ikoniktir, onu ortadan kaldırdığınız bir sahne gösterdiğinizde akılda kalan o imgenin ortadan kalkması olacaktır. Ancak bizim beklediğimiz köprünün veya başına gelenin şeklinin değil, onun ortadan kalkmasına yol açan dehşetin akılda kalması. 

Aksiyon tarafında filmin hiç bir problem yok. Gerilim, özellikle T1000 ortaya çıktığında ( normal olarak ) tavan yapıyor. Ama ilk filmdeki o kara film havası bu filmde yok, o nedenle tüm filme hakim bir gerilim yok. Sadece yenilmez armada gözüken Skynet robotlarının yarattığı "lan öldü mü acaba robot " gerilimi mevcut. Yani atmosferden ziyade, sahne bağlantılı. İkinci filmin zaten kendine has bir havası vardı, özellikle Linda Hamilton, T1000, John Connor karakterlerindeki başarı kendi kendine bir gerilim yaratmıştı filmde, eşsiz hastane sahnesi vb. tuzu biberi olmuştu. Bu filmde ne yazık ki böyle bir beklentiye girilmemeli, film biraz daha renkli kalıyor her iki abisinden de. 

Film kendi efsanesini yaratacak bir kaç sahneye sahip. Amerika 'da göz altına falan alındığınızda fotoğraflarınızı çekerler ya, böyle bir sahne var filmde, izlerken çok güldüm, direk aklıma kazındı simge gibi söz konusu resimler. Efsane bir sahne olmuş. Filmde, özellikle Arnold 'un bariz göndermeleri var geçmişe dönük ve tek başına incelendiğinde gerçekten çok başarılı tespitler. Sadece; büyük resmi ele aldığınızda, filmin sahip olduğu duygusal tavırdan dolayı bu göndermelerin fazla tekrar edilmesi, bunları filmin yumuşak karnı yapmış. Sıkıcı mı peki, değil elbette ki. Arnold 'dan bahsediyoruz... 


Tüm bunlar ışığında, elbetteki ilk iki film ile aynı kefeye konamayacak bir film. Prodüksiyon olarak biraz ufak kalmış sanki. Özellikle ikinci filmi göz önünde bulunduracak olursak, ne yazık ki böyle bir filmin sahip olması gereken ihtişama sahip değil. Üzerinde biraz daha çalışılmış bir film olsa, muhtemelen çok daha epik bir film çıkardı ortaya çünkü özellikle hikayenin bilim kurgu tarafında kozları güçlü. Ancak belli ki salvation 'da olduğu gibi gene işler aceleye gelmiş. Ama kesinlikle efsaneye yakışır bir film olmuş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder