11 Temmuz 2015 Cumartesi

CLOCKWORK ANGELS

RUSH


Rush 'ın 2012 yılında, elbetteki:
Geddy Lee - bass gitar, vokal
Alex Lifeson - gitar
Neil Peart - davul 
kadrosu ile çıkardığı, 20. stüdyo albümleri. Çıktığı senenin en iyi işlerinden birisi olmakla birlikte, bana kalırsa bu konuda ki geçerliliğini hala korur, müzikalite olarak geniş bir zaman dilimi içinde yapılmış en iyi işlerden birisi. Geddy Lee zaten en iyi bas gitaristlerden birisi, ses rengi de, vokal tekniği de güzeldir, Neil Peart ha keza davulcuların en iyilerinden, ama Alex Lifeson 'un yaptığı bazı şeyleri kafam gerçekten almadı albümde, aklım ermedi. bu nası riff, ne demeye bu kadar kısa tutmuş soloyu, bu gitar mı... Gibi ara ara sordum kendime. 

Şarkıları tek tek ele almak gerekirse:

Caravan 'da konu Rush olunca bas gitarı takip etmekten şarkıya kulak kabartamıyorsunuz. Bas gitarda bir viper gibi belli ediyor kendisini. 3:23 de çıkılan bir caz macerası var zaten, 4: 00 da başlayan şovla birlikte bas gitar dersi veriliyor. Şarkının hemen hemen tümünde bu progresif anlarda bas gitar götünüzü tavana vurduruyor. Bununla birlikte, arada bilindik Rush rifflerini duyuyoruz. Ek olarak da, 5:28 de başlayan bir bas şov daha var. Son olarak söylemeliyim ki, klavyenin de etkisiyle tüm şarkı akıp gidiyor. 

Bu2b de yer alan sözlerin güzelliğine bir göz atmak lazım: "the universe has a plan – we ‘re only human – it ‘s not ours to understand" ve duyacağınız o şamanik intro da çok yakışıyor. Şarkıda: "all is for the best – believe in what we ‘re told" diye başlayan bir nakarat var ki, tüm şarkıya melodisini veren bu iki cümlenin söylendiği anları iple çekiyor insan tekrar dinlediğinde. Vokal bu iki cümleyi çok güzel bir melodi ile söylüyor. Kuşkusuz ki, yazılmış en iyi Rush parçalarından olabilir. 
Kusursuz bas gitar partisyonları ve yer yer heavy metale varan riffleri ile birlikte bir klasik. Girişte bizi karşılayan o şamanik intro, ruh olarak şarkının progresif yapısına da yedirilmiş, ki şarkıyı güzel kılan yanlardan birisi de bu. 

Clockwork Angels sırtını haliyle bas gitara dayamış, lakin bunu yaparken tabiri caizse riffleri gitar yerine basa yüklemiş, harika ve huzurlu bir girişe sahip. Davulun saykodelik ruhu arttıran tarzı ve vokalin güzelliğiyle keyifli bir şarkıdır ki, 4:30 gibi başlayan gilmourvari bir solosu vardır. 

The Anarchist girişiyle gene bas gitar şov olarak geçen şarkının, 0:58 – 1:11 de yakaladığı enfes bir klasik Rush melodisi var. Ardından birden kesilen bu melodi sonrası gitar sizi üç – beş saniyeliğine uyuturken, birdenbire duyduğumuz davul – bas vuruşları ile uyanıp, sözleri dinlemeye başlarız. Ara ara bahsettiğim bu melodi tekrar etmesi üzerinden giden, ritm anlamında hiç bir rutini olmayan ve vokalin ses renginde ki güzellikle su gibi akıp giden parçada, ara sıra duyduğumuz oryantal ezgilerin yanında, kulağı okşayan davul atakları var. Şarkının, oryantal ezgilerin izlerini taşıyan son derece güzel ve yaratıcı sınıfına sokacağım solosu keşke daha uzun olsaymış. 

Carnies oldukça sert başlayan fakat sonrasında gene su gibi akan bir şarkı. Sertlik? Siz diyin heavy metal ben diyim progresif rock. Şarkının en enteresan tarafı altta duyduğumuz tertemiz bas gitar üzerine yeniden kaydedilmiş gibi duran gitar. Muhtemelen duyulabilecek en yaratıcı rifflerden birisine sahip şarkı. Özellikle 2:50 gibi vokal ve davul öncülüğünde tutturulan çok güzel bir ritm var. 

Halo Effect akustik girişiyle yavaş yavaş giden bir parça ve dikkat çekici tarafı solosu. Bas gitarı dinlerken gene şarkıya veremiyor insan kendini. 

Seven Cities of God ilk bir dakikası müthiş bir bas gitar solosu, eğlenceli zil ve Phil Collins tarzı davulları ve harika bir gitar riffiyle geçen şarkı. Bas gitarla birlikte bu güzel riffi tüm şarkı boyunca dinletiyor. Dördüncü dakika itibarıyla sanki başa saran şarkının özellikle basları gene harika ve özellikle dinlenmesi gerekir kategorisinde. 

The Wreckers Geddy Lee'nin enfes ses rengi ve 70lerden kalan riffleri, güzel melodisi, ara ara duyduğumuz yaylıları ile gene akıp giden bir şarkı. Vokalin özellikle 3:18 de – whoa! – diyerek ruha işleyen dokunuşu unutulmaz. Geneli iyi şarkıların ama bu en iyilerinden farklı vokal tonu ve daha net duyulan yaylıları ve görece daha ağır temposu ile. Gönül isterdi ki şarkı tamda sesi yavaşça kısılarak biterken duymaya başladığımız ve ne yazık ki belli belirsiz kulağımıza çalan ve kaybolan gitar solosunu daha uzun dinleyebilseydik. Rahatlıkla diyebilirim ki, yaylılarla birlikte dinlemeye başladığımız bu gilmourvari solo, çalınmış en iyi sololardan birisi olabilirmiş. 

Headlong Flight enfes davul ataklarına, bas gitara, gitara ve harika bir girişe sahip. Bas partisyonları haliyle nefisken, 1:42 de davul da aşık ediyor ufaktan. Page esintili gitar tonu hasta ediyor kendisine. Ama gene bas gitarı dinlemekten, ilk etapta şarkıya konsantre olamıyor insan. 4:34 – 4:50 arasında harika bir numara yapan davul tüm parça boyunca dikkati çekiyor, soloda ritm gitar gibi giden ve dahası tüm parçada ders verir nitelikte çalıyor, böylece de başarılı bir şarkı ortaya çıkıyor. 

Bu2b2 yaylılarla ve vokalle geçilen bir dakikalık güzelleme 

Wish Them Well çalarken en sıkıldıkları şarkı olabilir. Davulcu bile bile tepkisinden olsa gerek ki 1:00 civarı hayvan gibi bir atakla hırsını alıp devam ediyor çalmaya. 2:45 – 3:18 gibi başlayan, solonunda olduğu sayko kısım şarkının bana göre en dinlenesi bölümü, ki gerçekten harika bir bölüm. Kısacası albüm genelinin aksine en az dinlenebilirlik vaad eden şarkı. 

The Garden benim gözümde balladdır. Elbetteki gene benim gözümde her biri enstrümanlarını virtüöz kıvamında kullanan adamların yaptığı ballad. Yaylılarla destekli, güzelde bir solosu olan şarkı, aslında ikinci yarısında topluyor kendisini.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder