8 Ağustos 2015 Cumartesi

UNIVERSAL SOLDIER: DAY OF RECKONING

EVRENİN ASKERLERİ: İNTİKAM GÜNÜ

Kadro efsane ama film efsanenin üzerine mum dikiyor


Efsane serinin, 2012 tarihinde yayımlanmış, şimdilik son filmi. 2009 yapımı Universal Soldier: Regeneration oldukça iyi bir filmdi bana kalırsa. En azından misyona daha uygundu. Şimdi ise elimizde çok daha “sosyal” bir film var.  

Birinci saatine kadar başrol oyuncusu için neden Scott Adkins ‘in seçildiğini, neden yaşadığı şiddetin ve vahşetin etkisini daha iyi yansıtarak en azından bu yönden filmin dramatik yapısını güçlendirebilecek bir oyuncu seçimi yapılmadığını düşünüyoruz. Cevap ise ancak birinci saatin sonunda belli ediyor kendisini. Buraya kadar filmin bir problemi olmadığını düşünüyorsanız, muhtemelen yaşanan vahşeti birinci elden yaşamamız için bilinçli bir seçim olarak uygulanan first person shooter ‘lardan fırlamış kamera açıları ile ilerleyen film ilginizi çekecektir, ki az buçuk istismar sinemasına kayan bu şiddet pornosu, serinin geçmişine duyulan sempati ile sürükleniyor her halükarda.

Araç içi kamerada sakin sakin giderken yaşanan kaza gibi izleyeni korkutan sahneleri ile de, film gerçek kimliği ortaya çıkana kadar kendini götürüyor. Filmin başında karşımıza çıkan first person shooter sahnesi gibi, bu kez third person shooter ‘lardan fırlamış ve bir tesiste geçen  aksiyon sahnesi de oldukça iyi.

Lakin video klip estetiğine yakın hazırlanmış bu özenli aksiyon –kavga- sahneleri kadar, karakter derinliğine de özen gösterilseymiş keşke demeden edemiyor insan. Mesela Dolph Lundgren gibi bir adam ne demeye bu kadar az rol alır, fonksiyonu nedir anlamak mümkün değil. Jean-Claude Van Damme ‘da aynı şekilde, son derece fonksiyonsuz bırakılmış hatta neredeyse filmi ağzından tek kelime çıkmadan bitirecekmiş. Tüm bunların yanında, her iki oyuncunun da bölüm sonu canavarı gibi kullanılmış olması da can sıkıcı bir başka nokta. Jean Claude Van Damme, özellikle JCVD ‘de aslında kötü bir oyuncu olmadığını gösterdi, Dolp Lundgren ‘de sahip olduğu karizmayla, serseri çam yarması tipinden çok daha doğru kullanılabilecek bir oyuncu.

Toparlamak gerekirse, konuya derinlik katayım derken Max Payne ‘den öykünme suni bir film çıkmış ortaya. Yukarıda değindiğim kaza sahnesinde olduğu gibi tempoyu düşürüp seyirciyi uyuturken birdenbire ortaya çıkardığı reaksiyonla izleyeni yerinden hoplatmayı başarıyor genede. 

THE MACHINE


Son bir senenin ( film aslında 2013 yılına ait ) Ex Machina ve Automata ile birlikte kafayı aynı derde takmış diğer etkileyici filmi. Bu üç filmi de belli bir konsept olarak kabul edip değerlendirmek gerekirse, her iki filminde arasında olduğunu, ve izlenecekse sıralamada ikinci film olarak seçilmesinin daha anlamlı olacağını düşünüyorum.

Her iki filme nazaran daha düşük bütçeli ve özellikle Automata ‘ya göre daha bir “b filmi” havasında olduğunu da eklemek lazım. Buna rağmen, özellikle aksiyon sahnelerinde hissedilen bu ucuzluk filmin genelinde hiç bir rahatsızlık yaratmamakta.

Tekinsiz atmosferi ve bunu destekleyici tema müziği ile birlikte aksiyon sahneleri gelene kadar doğru görünen oyuncu seçimleriyle birlikte karanlık bir film çıkmış ortaya. Aynı zamanda mekan seçimi ve mekana bağlı karanlık ortamlarda bir noktada b film havası veren bu tatminkar atmosfere katkı yapmış.

Kabaca hikayeye değinmek gerekirse; Vincent, kafayı sibernetik organizmalara takmıştır. Askeri bir tesiste, hayatını kaybetmiş ya da yaralanmış askerler üzerinde tanrıcılık oynarken, çıkan sonuçlarla hasta kızının da hayatını kurtarabilmeyi amaçlamakta, hatta tüm motivasyonunu bunun üzerine inşaa etmektedir. Ava ise, üstün zekası sayesinde bu programın bir parçası ve Vincent ‘a yardımcı olmaya hak kazanmıştır. Ancak sonu Ava ‘nın makineye dönüşeceği bir duruma evrilen istenmeyen olaylar yaşanır.

Hikaye, insan eliyle yaratılmış androidlerin bilinç kazanmasının önüne geçilmeye çalışılması ile ilgili temelde. Özellikle terminator serisiyle yakın dönem popüler kültürde yerini almaya başlayan bir konu yani. Yukarıda değindiğim Automata ve Ex Machina ‘dan çok da farklı değil yani.  Belki biraz da, kazanılan bu bilincin, insan doğasından ne farkı olduğu sorusu üzerine kafa yorulmaya çalışılmış diyebiliriz.
-Spontane birleştirilmiş bilgi. Bilinç.-Beyninin bölümlerini kapatmamamıza gerek olmasının tam da nedeni bu.
-Bekle, neden bahsediyorsun?
-Bilinçli makineler ihtiyacımız olan son şey. Bunun ne kadar tehlikeli olabileceğine dair fikrin var mı? Bu prototipi ancak anlıyoruz. Yeni nesil tasarlandığında ve o nesil makinede başka bir tanesini tasarladığında ne olacak? O kadar gelişecekler ki, onlara karşı çaresiz olacağız. Aylar içinde yok edilebiliriz. Teknolojik bakımdan gelişmiş sınıf hep kazanır.
Vincent ile patronu arasında geçen bu konuşma sonrasında, vincent ‘ın makine ile konuşması da, tüm olayı özetliyor işte:
-Senden korkuyorlar. Çok insansı, çok zeki olduğunu düşünüyorlar. Seni daha çok makineye benzetmemi istiyorlar.
Bunların toplamı aslında teknoloji karşısında yaşamamız gereken korkuyu bize göstermekle beraber, yabancı olana karşı duyduğumuz öfkenin de bir yansıması gibime geliyor film adına.
Vincent: Gerçekten nesin sen? Yaşamın usta bir taklidi değil de, canlı olduğunu nereden biliyorsun?Machine: Thompson ‘un ya da kızının canlı olduğunu nereden biliyorsun? Benim yaşamı ustaca taklidimi diğerlerinden ayıran ne?
Vincent: Onlar insan. Onlar canlı.
Machine: Ama nasıl bilebilirsin? Onların düşüncelerini göremezsin. Bedenlerinden başka onları benden farklı kılan ne?
Filmin, kusurlu diyebileceğimiz yegane noktalarından birisi sanırım Vincent ‘ın kızı ile ilişkisi. Vincent tüm hayatını amacını ona adamışken, o ilişkinin bize yansıyan tarafında hep bir soğukluk, mesafe mevcut. Bu baba – kız ilişkisinde ( ki Vincent ‘ın tanrıcılık oynamasının arkasındaki tüm motivasyonun bu olduğu hesaba katılırsa ) daha fazla derinlik olabilirmiş dramatik havayı güçlendirmek için.

Vincent ‘ı oynayan Toby Stephens ‘ın dingin tarzı, verdiği ani tepki ve yükselmelerde inandırıcılığını arttırıyor ve filmden kopmamanızı sağlıyor.

Vincent ‘ın şirketin zoruyla makine ‘den zorla “bilincini” çıkardığında fena şekilde 21 Grams çağrışımı oldu bende, ki o da bunu “bilinç ya da ruh” diyerek destekliyor sanki.

Kısa olmakla birlikte akıp giden bir film. Özellikle sonlarda izlediğimiz aksiyon sahnelerindeki başarısızlık ( belkide dövüş kareografileri ) her ne kadar filmin sükunetine gem vursa da, bilim kurgu sevenler için kaçırılmaması gereken bir film bence.  
Vincent: seni ne mutlu eder?
Machine: gözlerimi açmak.Vincent: seni ne mutsuz eder?
Machine: gözlerimi açmadan önceki karanlık...

3 Ağustos 2015 Pazartesi

SUPERMAN/DOOMSDAY

Ona bir bakın. Öylesine parlak, güçlü ve harika ki. Bir tanrının ete ve kemiğe bürünmüş hali gibi. Elbette her mantıklı tanrı, yaptığı iyilikler karşılığında mutlak bir itaat isterdi. Ama hayır, Çelik Adam 'ımız hiçbir karşılık beklemeden bizi koruyup kolluyor. Ve insanlar neredeyse ona tapıyor. 
Tamda böyle bir tiratla başlıyor 2007 yapımı, Çelik Adam 'ı Adam Baldwin 'in seslendirdiği animasyon. Baştan söylemek lazım ki, Lex Luthor dışında animasyonun pek öyle ilginç ve akılda kalıcı bir tarafı yok karakterler yönünden. Hatta Superman 'ın Lois Lane ile arasındaki gönül işlerine Smallville tarzı yaklaşımı nedeniyle es geçilebilecek bir animasyon bile diyebiliriz. Gerçekten neredeyse mide bulandırıcı bir romantizm ve ikilinin arasındaki karı - koca kavgası tarzındaki gerilim, hatta vıdı vıdılar nedeniyle yarıda kapatma ihtimali bile var.

Luis inatla Superman 'ın adını öğrenmek için çabalarken, Çelik Adam sevdiceğini korumak adına kimliğini açıklamaktan imtina eder. ( Aslında Superman değil midir gizli kimliği Clark Kent 'in? )
...bizi birbirimizden ayıran bu konuya sıkı sıkıya bağlısın, ve aklıma gelen tek sebep, bir uzaylı için insancıl bir duygu geliştirdiğin. Bir kadına bağlanmaktan korkuyorsun.
Gerçekten bir süper kahraman macerası için çok gereksiz ayrıntılar... 

Tüm bunları bir yana bırakarak hikayesine değinmek gerekirse, Luthor Crop yer altında yaptığı bir çalışma sırasında İsa 'dan önce öncesine ait bir uzay gemisi bulur. Ancak yanlışlıkla bu gemide hapsedilmiş yüksek teknoloji ürünü "mükemmel" askerin kaçmasına neden olurlar. Lakin bir sıkıntı vardır ki, biyolojik olarak "tasarlanmış" bu ürün, dost ve düşmanı ayırt edememektedir. Sonuç olarak söz konusu "kıyamet makinesi" yaşayan tüm canlıları yok etmek için var olmuş durumdadır. 
...bir uzaylı ırkı, o şeyi hapsetmek için delicesine bir teknoloji geliştirmiş ve dünyayı çöplük yerine kullanmışlarsa, bunun tek bir nedeni olabilir. Onu öldüremediler. 
Temelde aşk hikayesine bulanmış ve her zaman iyilik kazanacaktır temalı bu animasyonun açıkçası en iyi taraflarından birisi, Superman 'ın siyah renkli solar kostümü ile etrafta gezinmesi. Ek olarak, güçlü bir senfonik tema müziği olduğunu (normal olarak) ve Superman 'ın kıyamet makinesini atmosfere çıkardığı heroic sahnede oldukça epic bir müzik seçimi yapıldığını belirtmem gerekiyor. Her ne kadar, bir süper kahraman macerasına göre Lois Lane nedeniyle fazla "insani" bulsam da hikayenin akışında bir çok noktayı, Lane 'in Smallville 'da Martha Kent ile yaptığı kapı önü konuşması oldukça duygusal ve açıkçası dramatik yapının en güçlü anlarını oluşturuyor. Ve elbetteki, hikayenin en önemli tarafı ve aslında onu izlenebilir kılan can alıcı noktası, elbetteki Doomsday ile karşılaşması sonucu Çelik Adam 'ın başına gelenler. 




BATMAN: UNDER THE RED HOOD

Yönetmenliğini Brandon Vietti ‘nin, yazarlığını Judd Winnick ‘in yaptığı 2010 tarihli animasyon.

Özetle hikayesinin üzerinden geçmek gerekirse; Black Mask ‘ın yönetimindeki Gotham uyuşturucu çeteleri birer birer Red Hood ‘un himayesine geçmektedir. Black Mask, Joker ‘i de işin içine katarak durumu lehine çevirecek planını uygulamaya çalışırken, Batman ‘da hem bu karmaşayı çözmeye, hem de arada Neil Patrick Harris ‘in seslendirdiği Nightwing ‘in yardımıyla Red Hood ‘un kimliğini ortaya çıkartmaya çalışır ve Ra's al Ghul ‘un dahil olduğu hikayenin akışında, geçmişiyle yüzleşir.

Temelde ne kadar basit gibi görünse de, Red Hood ‘un planı ve arkasında yatan motivasyon söz konusu olduğunda aslında son derece derin ve etkileyici bir intikam, yüzleşme hikayesi var ortada.

Animasyon, Batman tarafında uzun süre dedektiflik hikayesi olarak yürüdüğü için bir kez izlendikten sonra etkisini yitirecektir işin “merak” tarafında. Lakin ilk izlediğimizde bir mana verilemeyen girişi de, ancak sorular cevaplarını bulunca anlam kazanıyor.

Açılışı, camiden bozma mekanında yapan Ra's al Ghul ve sonrasında Saraybosna ‘da Robin ‘e temiz bir sopa atan Joker ‘le birlikte aksiyonu yüksek ve elbette Joker etkisiyle ilginç bir başlangıç yapan animasyonu, ilk beş dakika sonrasında izlememek için hiç bir neden kalmıyor. Joker, Robin ‘i patlamak üzere olan bir bomba ile ölüme terk ederken, bizim gördüğümüz ise zamanında yetişemeyen dedektifimizin beyhude çabası oluyor.  

Bu giriş sonrası ise, yıllar sonra Gotham ‘ın en zengin uyuşturucu satıcılarını kendisi için çalışmaya zorlayan Red Hood şaaşalı bir giriş yapıyor maceraya. Bu anlaşmanın bağlayıcı noktası ise elbet bu sokak satıcılarını Batman ‘den ve Black Mask ‘den koruyacağı sözü. Karşılığında tek istediği ise satışların okullara ve çocuklara yapılmaması oluyor, ki ikna kabiliyetini de etkileyici bir prezentasyonla gösteriyor.

Kaybettiği gücü tekrar ele geçirmek için çabalayan Black Mask ise çözümü Joker ‘le anlaşmakta buluyor, planını yapıyor ve Arkham ‘dan kaçırıyor Joker ‘i.

Hikayenin çözülmeye başladığı ve aslında Red Hood ‘un motivasyonunu çözüp yaptıklarını anlamaya başladığımız sahne ise, Batman ‘ı bir kovalamaca sonunda çektiği fabrika oluyor. Elbetteki Joker ‘in asit kazanına düştüğü fabrika... Gece yaşananlar bir bir Kara Şövalye ‘nin gözlerinin önünden geçerken, şöylede güzel bir diyaloğa tanık oluyoruz Red Hood ‘la arasında geçen:
O geceyi unutmak zor değil mi?  Burası ilk büyük hatanı yaptığın yer Batman. Belki de en büyüğü, ama kesinlikle sonuncusu değil, haksız mıyım? Anılar...
Hikayenin ve diyalogların bir Kara Şövalye hikayesine yakışır şekilde derinlik taşıdığını eklemek gerekli. Ki, Red Hood ‘un kimliği ortaya çıkıp anlatılanlar anlam kazanmaya başladıkça hikaye güzelleşirken, Red Hood ‘un uyuşturucu satıcıları ile yaptığı garip anlaşmanın arkasında yatan felsefeye de anlam vermeye başlıyoruz. Red Hood ve Batman ile arasında geçen diyaloglarda gene o etkileyicilik mevcut, daha da önemlisi Kara Şövalye felsefesine de çok önemli bir katkısı var bu konuşmaların...
-Yalnızca bir tanesini öldürdüğüm için sevinmelisin. Onların hepsi süikastçi...-Ya sen nesin?
-Ben Gotham ‘ı temizliyorum. Senin yaptığından daha fazla.
-Black Mask ‘ın bölgesini çalıyorsun ve yoluna çıkan herkesi öldürüyorsun.-Black Mask sadece planın bir parçasıydı.
-Plan mı? Bir suç lordu oluyorsun.
-Evet. Suçu durduramazsın. Bunu hiç bir zaman anlamadın. Ben suçu kontrol ediyorum.Onları korkuyla yönetmek istiyorsun. Ya senden korkmayanlara ne yapacaksın? Senin yapmadığını yapıyorum. İşlerini bitiriyorum...
Tüm bunlar ışığında açıkça söylemek gerekiyor ki, yapılmış en iyi Batman hikayelerinden birisi. Hem derinliği, hem buram buram kara film kokan hikayesi, hemde kuşkusuz ki Red Hood ve Joker üzerinden Kara Şövalye ‘yi anlamamıza yardımcı olan diyalogları ile.