30 Mart 2015 Pazartesi

MASTER OF PUPPETS

METALLICA


Subjektif olacak lakin, Ride The Lightning 'de yer yer, ufak ufak hissettirdiği nwobhm havasından sıyrılmış, daha kompleks ve ayakları yere basan bir albüm olmuştur. Aslında her ikisini de tek konsept, tek bir albüm olarak değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Ride, A yüzüyse, Master of Puppets ‘da B yüzüdür aynı plağın. Veya, şöyle düşünülebilir, yapıları itibariyle şarkıların benzerlik gösterdiğinden yola çıkarak diyebiliriz ki, Master of Puppets, Ride ‘ın yeniden kayıt edilmiş şeklidir. Her zaman olduğu gibi, şarkıların hemen hemen hepsi efsane giriş melodilerine, tarihe kazınmış rifflere, ritmlere sahiptir. 

Şarkı listesi ve şarkılarla ilgili naçizane tespitlerime gelirsek :  

Battery nefis bir akustik intro ile açılırken, devamında trash 'ın babalarına yakışarak şekillenir. Önceki işlere göre daha belirgin bir bas duyulabilir iken, nefis bir ikinci solosu vardır. Son derece dengeli bir şarkıdır melodisi ve hızı ile. Özellikle ikinci solodan sonra Ulrich 'in attığı nefis ve olayı güzelleştiren bir atağı vardır. Şarkının genelinde de Ulrich enfes bir performans yapmıştır. 

Master of puppets 'da bas soundu Ride The Lightning 'e göre, gene daha belirginken, basla güçlenen nefis bir girişi vardır. Sözlerin ilk iki satırı “ end of passion play, crumbling away – i ‘m your source of self destruction “ şarkıyla o kadar güzel akıyor ki, vokalin melodisi hafızaya kazınıyor. Daha sonra gelen “ come crowling faster – obey your master – your life burns faster – obey your master – master “ dizeleri de, bir kez daha dinlediğinizde hafızanızın en çabuk ulaşabildiğiniz noktasında ki yerini alıyor. Vokal melodisi gerçekten çok güzel ve akılda kalıcı şarkının kendisi gibi. Hetfield her " master " dediğinde, sizde eşlik edeceksiniz ona - master - master... ve elbetteki o inanılmaz ilk solo. Olmamalı diyor insan ilk duyduğunda. mihenk taşı, başka bir dünyadan sanki bu güzellik. İkinci solo ilkine nispeten daha hızlı olsa bile, gene yaratıcı ve etkileyici. İkinci solodan sonra gitarların senfoniye bağlayıp tutturduğu kısa süreli ritm muhteşem. Yapılmış en iyi Metallica şarkılarından birisi değil sadece, en iyi metal şarkılarından birisi, trash deyin, heavy deyin, ne derseniz deyin.

The thing should not be ilk şarkı ile organik bağı olan kısa akustik girişten sonra gene güçlü ve dolu riff – ritmleri ile ağır ağır giden bir şarkı. Vokal de hızlanmadan tüm hırsıyla duruma eşlik ediyor. Şarkı gizemli atmosferini koruyarak sonlanıyor. Naçizane fikrim, hızlı bir parça olmadığı yönünde ve – bence – ve bu havasıyla aslında welcome home ‘a hazırlıyor biraz ortamı. Yavaş yavaş düşürüyor ateşi.

Welcome home ( Sanitarium ) girdiği ilk andan, basılan ilk notasından itibaren efsane bir şarkı. O çok bildiğimiz sanitarium melodisi unutulacak gibi değil. Aslında oldukça yumuşak başlayan vokal gitgide sertleşirken, adama head shot yapan ilk soloyla hız keser şarkı. Dünyanın en güzel, en tanıdık riffleri ile devam eder, solodan sonra gene vokalle yumuşarken, tekrar, yavaş yavaş ateşi yükseltir ve hızlanır, ilkine göre çok daha hızlı bir solo gelir. Biraz daha kısık duyduğumuz son gitar melodileri ise mükemmeldir ve şarkıyı geneline yakışır şekilde kapatır.

Disposible Heroes çok kral bir girişe sahiptir kendisi, geneli gibi. Bas gitar destekli duyduğumuz, felaket derecesinde yaratıcı rifflere sahip bir şarkıdır. sözler girene kadar enstrümanlar şölen yaşatır. O kısacık ilk gitar parçası gene duyabileceğiniz en yaratıcı işlerden birisidir. Şarkının tam ortasında zil destekli Ulrich şov vardır, ardından soloyu duyarız. Gene güzel, gene yaratıcı, nefis... Katıksız, agresif bir trash metal başyapıtı değildir sadece, biraz daha melodik ve biraz daha 91 e yakın bir Metallica soundu hissedilir. Üçüncü kez tekrar eden muhteşem rifflerle karşılaşırsınız – ki aslında ben buna solocuk diyorum – ve Ulrich şov yapmaya başlar sonlarda sürati ile. şu solocuk dediğim hadiseye kulak kabartınız lütfen, gitardan çıkan makineli tüfek sesini duyun. Ana soloda bile duyabilirsiniz o makineli tüfek hissiyatını, hatta davulda bile. Sert, hızlı, lakin benim melodik bulduğum, yani kesinlikle sadece hızlı çalmış olmak için çalınmamış, anlaşılır bir sürate sahip, efsaneler efsanesi bir şarkıdır.

Lepper messiah 'ın girişinde Burton ‘un bas gitarını duydukça şarkıya kattığı agresifliği ve sertliği hissederiz. Evet, hırslı bir şarkıdır. Davulun crosslardaki yaratıcılığını sevmemek elde değildir. Şarkı yarısına kadar bu öfkeli tavrı, vokal ve davullarıyla dinletirken, yaklaşık 3. dakikasından sonra, solonun girmesiyle insanın aklını alır. Solodan sonrada olağanüstü rifflerin büyüsüne kapılır zaten insan. Ritmiyle en öfkeli şarkı budur kuşkusuz.

Orion enstrümantal, ne kadar zor duyulsa da yer yer basın, gitarların arkasında destan yazdığı bir parça. Bası rahatça duyabiliyor iseniz, işte o bölümlerde zaten destana tanık oluyorsunuz demektir. Hammet 'ta kendi yaratıcılığının tavanına vurmuş, krallığını ilan etmiştir bana göre bu şarkıda. Solosundan, ritmlerine her şey ile kusursuzdur ve aslında iyi ki de vokal yoktur dedirtmiş bir müzik ziyafetidir. Ride the lightning 'de karşılığı the call of ktulu ‘dur, lakin Orion melodik yapısıyla daha bir iyidir dinlerken. Hoş, o anda hangisini dinliyorsanız, onu daha çok seveceksinizdir, placebo etkisi budur herhalde Metallica 'nın.

Damage, Inc. vakvaklı yumuşak girişinden sonra, fena halde agresif bir çehreye bürünür. Katıksız bir trash metaldir, ki hızlı fakat her bir notayı ayrı ayrı seçebildiğiniz deli de bir solosu vardır. tüm şarkı boyunca Lars ‘ı dinlemekte ayrı bir keyiftir bu parçada.

27 Mart 2015 Cuma

ICHI THE KILLER

KOROSHIYA 1


Ortalama bir yönetmenin elinde bayağı bir gore filme dönüşebilecek, ancak Takashi Miike 'nin elinde kült bir sadomazoşizm güzellemesi olagelmiş başucu filmim. Sadece alışılmadık benlikleriyle karakterleri üzerinden değil, karakter gelişimiyle paralel gelişen ve aydınlanan hikayesiyle de izlenebilir bir film. Baştan belirtmek lazım, seveni kadar nefret edeni olan, tamamen bir erkek filmi. Kadına karşı tavrıyla, biraz zorlasanız istismar sineması sınıfına bile girebilir herhalde diye düşünüyorum.


Filmi tavsiye üzerine değil, Takashi Miike sinemasını merak ediyor, ilgi duyuyorsanız izlemeniz daha doğru olacaktır, en basitinden hayal kırıklığı yaratabilir. Hikayesi ve olay örgüsü ortalama sayılabilir, fakat iki ana karakteri Ichi ve elbetteki Kakihara ile zirvededir. O Kakahira ki, belki de sinema perdesinin en güzel karakterlerinden. Hatta çok iddialı olacak ama, fiziksel deformasyonun adlığı şekil ve estetik olarak Heath Ledger Joker 'i ve Tadanobu Asano Kakahira 'sı zirveyi paylaşır. 


Yakuza çetesinin patronu Anjo ‘nun Ichi tarafından öldürülmesi üzerine, patronunun yüklü miktarda para ile kaçırıldığını düşünen Kakihara ‘nın önce kaçıranları, sonrada katil Ichi ‘yi bulma mücadelesinden ibaret kabaca hikaye. Buz dağının görünen kısmı olan bu hikaye, karakterleri tanıdıkça hikayenin de buna paralel gelişmesi ile gelişiyor ve olayın iç yüzünü öğrenmeye başlıyoruz. Ancak filmin etkileyiciliği bu hikaye örgüsü değil kesinlikle, tamamen İchi ve Kakihara ‘nın birbirini tamamlayan sadist ve mazoşist kişilikleri. 


Film, dakika bir gol bir misali Ichi ‘nin yaptığı katliamla başlarken, filmin genel gidişatını da belirliyor aslında bu açılış. Miike kesinlikle kan ve vahşet göstermekten kaçınmıyor. Ichi ‘nin cinayetleri ve Kakihara ‘nın işkence sahneleri son derece rahatsız edici. Ichi bu noktada manga kültürünü temsil edercesine her cinayetinde bağırsakları ortaya saçıp, kesik gırtlaktan tazyikle fışkıran kanla tavanları boyarken, Kakihara ‘nın işkenceleri her daim daha yaratıcı ve gerçek manasıyla izleyeni rahatsız edecek, bakmaktan imtina bile edebileceği sahneleri barındırıyor. 

Ichi dünyayı siyah ve beyaz olarak gören, öldürmenin “ kötü “ olduğunu bilen ancak manüple edilebilir olması neticesinde, içinde ki intikam duygusuyla öldüren bir kukla... Düz anlamda, Kakihara ‘nın da söylediği gibi %100 katıksız bir sadist. Verdiği acıyla abartılı şekilde, sadizmin cinsel yönünü de gözler önüne serdiği “doyuma “ ulaşıyor; önce ereksiyon, sonrasında boşalma. Fakat, genç dimağların her mastürbasyon sonunda yaşadığı " pişmanlığı " yaşıyor. Cinsel doygunluğa ulaştığı her cinayet sonrası Ichi ‘yi hönkürerek ağlarken yakalıyoruz. 

Ichi, hikaye örgüsünde - gelişiminde kilit rol oynadığı için, backgrounduna zamanla ulaşabildiğimiz, bu nedenle de okuması daha kolay bir karakter. Artı olarak, Miike dublaj yapılmışçasına ingilizce konuşan japon eskort kız gibi subliminal mesajlar! veren porno göndermelerle bizim içgüdülerimizi gıdıkladığı gibi, Ichi ‘nin neyi neden yaptığına dair sorularımıza bulacağımız cevapları da, karakterle benzer duyguları yaşatarak sağlatmaya çalışıyor. 

Kakihara ise hikayede belirli bir kaç diyalog dışında backgrounduna ulaşamadığımız için çok daha kapalı bir kutu. onunla ilgili ilk dikkat çekici nokta patronuna duyduğu bağlılık. Bu bağlılık filmde Anjo ‘nun cesaretine duyduğu hayranlıktan kaynaklı görünmekte ilk etapta. Hatta bir noktada bu, cinsellik barındırmayan bir aşk olarak bile yer buluyor diyaloglarda. Filmin bir gore havasını barındırdığını söylemiştim. Kakihara ‘nın kendisi de dahil uyguladığı işkencelerin dayanılmazlığı yanında, aslına bakılırsa Ichi melek gibi kalıyor. Evet , Ichi katıksız bir sadist ama, Kakihara nın işkenceleri de gerçekten dayanılacak gibi değil. Ichi, intikam için saldırırken ve sonunda pişmanlık yaşarken, Kakihara birisinin canını yaktığında onun hissettiği acıyı düşünmüyor, sadece karşısındakine acı verme zevkine konsantre oluyor ve karşısındakine gerçek tutkuyu gösterebilmenin tek yolunun bu olduğuna inanıyor ve yeri geldiğinde partnerinden de aynısını bekliyor. Kakihara ‘nın patronu Anjo ile ilişkisine değinmiştim. Değinmediğim, Kakihara ‘nın Anjo ‘dan yediği dayaklarda hissettiği acıdan hoşlanması. 

Mazoşizmin katıksız tanımı bireyin kendine eziyet edilmesinden seksüel zevk alma duygusu; Anjo nun yokluğunda Kakihara ‘nın kendi kendine acı verecek, zevk organını kesme fiili ile otoseksüel mazoşizme dönerken, duyduğu iki yönlü suçluluk duygusunu hafifletir, ve bu sembolik hadım edilme, sadizmini kendi benliğine yöneltmesi ile söz konusu katıksız anlamı güçlendirir. Ancak Freudien bir tavırla, Kakihara asla saf mazoşizmi temsil etmez, film boyunca, Ichi ‘ninkilerden çok daha acımasız yöntemler sergilediği işkencelerle de görürüz ki; benliği, sadizmle tamamlanır. Kakihara ‘nın yakuzadan atılmasına rağmen, Anji ‘ye duyduğu hayranlık ve bağlılık nedeniyle bu özgürlükten vazgeçmesi temelde bu bireylerin tipik bir zayıflığı olarak okunabilecekken, bu zayıflığını sadakat adı altında gizlemesi de onun mazoşist yanını gösteriyor. “ onunla karşılaşmak için sabırsızlanıyorum “ derken Ichi ‘nin doğal olarak sadist taraf olması da, sadizm ve mazoşizmin birbirini tamamlayacak olmasından başka bir şey değil. temelde ne kadar zıt gibi görünse de, sadizm ve mazoşizmin birbirini tamamlaması gibi Kakihara ve Ichi de birbirini tamamlamaktadır, ve Kakihara, Ichi ‘nin aksine bunun farkındadır. 

Ki bunu Kakihara bile anlatıyor bize Ichi ‘nin yaptığı katliamı gördükten sonra : 
Bu katliamın insanlıktan uzak bir yanı var. çoğu insanın içinde biraz sadizm, birazda mazoşizm vardır. ama bu ichi %100 katışıksız bir sadist. onunla karşılaşmak için sabırsızlanıyorum. 
Bu cümlede Ichi ‘yi tanımladığı kadar, kendisini de ele veriyor aslında Kakihara. 
Ve duyduğu sabırsızlık... Kakihara ‘nın Ichi ‘yi arayışı önceleri intikam gibi görünürken, zamanla öğreniyoruz ki bu sabırsızlık, Ichi karşısında yapabileceklerinden duyduğu korku aynı zamanda. 

Ichi ‘nin aksine Kakihara ’yı işkence sırasında gülerken görsek bile, asla yaptıklarından “ tatmin “ olmuş, korku dahil hiç bi duygusunu açık etmiş göremiyoruz. İkisi arasında ki temel fark, Ichi suçluluğunu ve tatminini her daim abartılı şekilde gösterirken, Kakihara ‘nın duygularını görmek için onu derinine, çok iyi okumak gerekiyor. burada, Anjo 'dan öncesini bilemediğimiz için yorum eksik kalacak olmakla birlikte, Kakihara 'nın hissetmeye duyduğu ihtiyaç dahi çarpıcı. 

Miike ‘nin filmdeki alameti farikalarından biriside, tekrar olacak ama cinayet ve işkence sahnelerinde gerçekten içinizin kalkması. Kakihara ‘nın yaptıkları iç karartıcıyken bilinçli olarak kurbanlardan sadece Ichi ‘nin öldürdükleri ile bir nevi bağ kurabiliyoruz. Örneğin, patronunun dayağından ve tecavüzünden kurtardığı bir eskort kıza “ onu senin için öldürdüm. Söz verdiğim gibi " der. Buraya kadar problem yok belki ama, arkasından tam da onun dengesiz ruh halini gösterircesine “ artık onun yerine seni ben döveceğim “ cümlesi çıkar ağzından. O anda Ichi 'nin son derece naif, mutlu ve saftorik gözüken surat ifadesinden dolayı, böyle bir çıkış beklemeyiz aslında ondan. Aynı şey karşısındaki için de geçerlidir. Kadın cümlenin anlamsızlığı karşısında olan biteni çözmeye çalışırken, bizde hipnotize olmuş gibi onun kafa - göz hareketlerini takip ederiz. 

Tüm bu ince düşünüldüğüne kanaat getirdiğim detaylarla birlikte, son derece zorlayıcı ve anlaşılmaz bir sonu var filmin. Kendi adıma sevinmekle birlikte, herkesin faklı anlamlar çıkarabileceği, belki de mutlu olacağı sonu seçebileceği bir seçenek bırakmış Miike bize. Zaten kadına yaklaşımı, sadomazoşist karakterleri, kimi zaman izlemeye takat bırakmayan işkence sahneleriyle son derece zorlayıcı bir film ve başından sonuna kadar izlemeyi başardıysanız, ilk seferde bu son, sizi en azından ulaşabildiğiniz için hiç mutsuz etmeyecektir. Zamanla da göreceksiniz ki, bu filmde en son ihtiyaç duyduğunuz zaten grand final, çünkü aklınızda kalmayacak tek şey...

THE CONVERSATION


Francis Ford Coppola 'nın iki Godfather arasında çektiği, aslında bir gerilim filmi olmakla birlikte, hem politik alt metni nedeniyle paranoya sinemasının en iyi örneklerinden, hem de Gene Hackman 'ın canlandırdığı Harry 'nin karakter analizi. 



Ara ara ortaya koymaya çalışacağım gibi, film Harry 'nin vicdanı ve paranoyası üzerinden yaratılan gerilimle gidiyor. Farkı yaratan Gene Hackman 'ın muhteşem oyunculuğu. Her ifadeyi, çekingenliği, agresifliği, tedirginliği o kadar iyi ortaya koyuyor ki vücut diliyle, filmin etkisini katlıyor. Filmin çekildiği dönemlerde ki mevcut politik yapının, filmin alt metnini besleyen paranoya kavramını beslediğini de söylemek lazım. bu türün en iyi örneklerinin çıktığı dönemlerden geliyor film. Akbabanın üç günü, parallax view, başkanın adamları vb... 


Baş karakterimiz Harry Caul 'un işi devlet veya özel sektör için dinleme yapmak. Bu konuda hem yaptığı işler, hem de bu iş için kendi yaptığı teçhizatlarla da oldukça adını duyurmuş ve ünlü olmuş. 

Son görevi de, iki sevgiliyi dinlemek. Film de bu noktada başlıyor. 

Açılışın, gizli dinleme gibi bir görev olmasından hareketle, sahnede gördüğümüz bir de pandomim sanatçısı var. Görev konuşanları dinlemek, açılış sekansında da konuşamayan bir pandomim sanatçısı. Enteresan olmuş açıkçası. Daha ilk andan bununla yakaladı film beni. Durmadan insanların taklidini yapan bir pandomim sanatçısı. Konuşmuyor, takip ediyor, taklit ediyor... 

Zaten hemen ardından kadın ve erkeğin dinlendiğini görüyoruz. Kim olduğunu bilmediğimiz bu insanlar dinlenirken, ne konuştuklarının duyulmadığı anlarda, onları rahatça görsek bile konuşulanları parazit yüzünden anlayamıyoruz. Yani hem izleniyorlar, hem dinleniyorlar; seyirci olarak biz de hem izliyoruz, hem dinliyoruz. 

Dinleme için kullanılan minibüsün camları aslında tek taraflı ayna. minibüsün içinden dışarısı görülebiliyor, ancak dışarıdan içerisi görülemiyor, ayna görünümünde. Dinleme sırasında aracın aynasında makyaj tazelemek için iki kız beliriyor. Dinleme yapanlardan biriside onları içeriden fotoğraflamaya başlıyor. Tabi kızların fotoğraflandıklarından haberleri yok. hiç bir şey göründüğü gibi değil işte. buraya kadar film bizi paranoyak yapmak için yeteri kadar uğraşıyor, hele bir de konuşmalar arasında dinleme görevini yaptıranın devlet olduğu iddiası geçince etki iyice artıyor ( adalet veya hazine bakanlığı ). 

Başka bir plana geçildiğinde ise bu kez hayatına müdahale edilen Harry. Haberinin olmadığı yedek anahtarla evine girilmiş, kapısına doğum günü için hediye bırakılmış, hatta alarmı bile susturulmuş. Hediyeyi bırakan kaç yaşına geldiğini bile biliyor ( sanırım ev sahibiydi). Harry tüm bunlardan, hayatına müdahil olunmasından rahatsız olduğunu ev sahibine anlatırken telefonda, bizde onu dinliyoruz, izliyoruz. Yani Harry 'nin hayatına müdahil oluyoruz, tamda onun olmasını istemediği gibi. 

Sevdiğim başka bir sahne; telefon kulübesi sahnesi: gerilimin yükseldiği sahnelerden birisi. Harry ve işvereni arasında ki telefon konuşmasında, bir an için işin iptal edilip, bilmemezlikten gelineceği havası yaratılıyor, ki aniden kulübenin camına vurup sıra beklediğini belli eden adamın yarattığı, hemde işin bağlanıp bağlanmayacağının yarattığı gerilim, insanın bu sahneyi nefesini tutarak izlemesini sağlıyor. Telefon kulübesinin daracık olması, bu sıkışmışlık havasını destekleyen kamera açısı da durumu destekleyen diğer etmenler. Bir de karşı tarafın sesinde ki tekinsizlik ve gene Hackman 'ın oyunculuğunda ki güvensizlik ve ezilmişlik hissi. Kısacası bu sahne, biz de bir problem çıkacağı intibası bırakıyor, merak uyandırıyor. 

Buraya kadar tekrar üzerinden geçmek gerekirse, açılışta devletin – yada özel sektörün – bireye müdahalesi, Harry 'nin evinde geçen sahnede ise avcının av oması durumu ve bu kez onun hayatına bizim de dahil olduğumuz başkaları tarafından müdahale edilmesi durumları işleniyor. 

Yatak arkadaşının, mesafeli durduğu, hatta sinsice yaklaştığı sevgilisinin yanında Harry 'nin “ insanların beni sorularıyla boğmasını istemiyorum “ cümlesi, bir şeyler paylaşmaması da onun ketumluğu hakkında fikri veriyor. 

Harry 'nin dinleme sonucu elde ettiği tapeleri verip parayı alacağı sahnede, işverenin asistanı Harrison Ford. İleride görüyoruz ki müdür de Robert Duvall. 

Harry 'nin kendi mekanında kayıtları dinleyip temizlediği sahnede kadın ve erkeğin meydanda çekilmiş görüntülerine dönüyoruz. Harry parazit yüzünden kaydı her geri sarıp yeninden dinlediğinde, biz de tekrar tekrar o sahneye dönüyoruz. Her seyirde biraz daha anlaşılır duyuyoruz konuşulanları. bu da enteresan bir sinema dili olmuş açıkçası, iyi bir fikir. filmin kilit sahnesi de bu aslında. Bu çifte ne olacağını öğreniyoruz. buradaki kilit ise, filmin, harry 'nin duydukları neticesinde kesin bir kanıya varması. Film bir şekilde, hiç bir şeyin göründüğü – duyulduğu gibi olmadığına ikna edecek bizi eninde sonunda. 

Filmde müzik olarak tatlı bir piyano melodisi kullanılıyor. sahneler durağan, diyaloglar az. buda açıkçası gergin bir atmosfer oluşturulmasına yardım ediyor. 

Filmin en eğlenceli ve aslında trajikomik sahnelerinden birisi ise, bir fuar sahnesi. Bu tip gizli dinleme işi yapanlar için teçhizatların sergilendiği bir fuar. Aleni şekilde, tabiri caiz ise casusluk malzemeleri fuarı. Normalleştirilmiş, veya o dönem gerçekten çok normalmiş. Bir de görüyoruz ki, Harry aslında bu işte oldukça meşhur, en iyisi hatta. Fuarın tam adını da yazayım: gözetleme ve güvenlik teknisyenleri toplantısı. 

Kilise sahnesi ile Harry 'nin özellikle son işte, filmin başında dinlediği çiftlerin başına gelebilecekler nedeniyle vicdan muhasebesi yapmaya, vicdan azabı yaşamaya başladığını görüyoruz. Ki aynı vicdan muhasebesi etkisini, başlarda teslim etmeye çok istekli olduğu kayıtları vermek için yeni randevu talebine, bu kez “düşüneceğim” demesinde de görüyoruz. Harry 'nin kendi ahlaki muhasebesini yaparken sarf ettiği “ onları her yerde takip ediyorum, hiç korumaları yok “ cümlesi aslında devlet hatta özel sektör adına da bir ahlaki değerlendirme, sorumluluk sınırı betimlemesi. 

Film ilerlediğinde ses kayıtları Harry 'nin elinden çıksa bile, Harry 'nin sevgililerin başına gelebileceklerin vicdani yükünü taşıdığını görebiliyoruz. 

Son yarım saati gibi izleyene çok büyük gol atan filmde, artık iyiden iyiye av durumuna düşen Harry 'nin dinleme cihazı ararken darmadağan ettiği evini kamera izlerken, bir kez daha bu izlemeye bizi de ortak eder. 

Harry saksafon çalıyor. Oldukça güzel bir piyano melodisi ana tema iken, Harry 'nin bu tema üzerine saksafon çalması, güzel bir detay aslında. Filmin müziği bile, filmin içinden geliyor bir anlamda ara ara. Bunun harici tema müziği oldukça minimal. 

Bir de otel sahnesi var, hatta banyo sahnesi. Hafif Hitchcock 'vari. Neyle karşılaşacağımızı bilip, bir türlü göremememiz yüzünden iyice geriliyoruz, oldukça beğendiğim, yüksek etkili bir sahne. 

Filmin kapanış sekansı bana kalırsa en iyilerden birisi. Doğrusu muhteşem bir sonu var filmin sinema dili ve tekniği olarak benim gözümde. 

Film enfes bir film, harika bir gerilim filmi, harika bir paranoya sineması örneği ve Gene Hackman gerçekten izlediğim en iyi oyuncu performanslarından birisine sahip.